Doğu'da modern bir kölelik: Düğünler
Biz kimiz/ neyiz? Nasılız? Bu soruları cevaplarsak ancak kendimizi tanırız. Bu soruları cevaplarken kaynağımız, kalbimiz olursa doğru cevaba ulaşırız.
Doğru cevaba ulaşmak için doğru bir düşünce ve hâlis bir niyet taşımak gerekir. Gelin bu yazımıza bu üç sorudan bir köprü yapalım ve bu köprüyü; kaynağımız olan kalbimizle, doğru düşüncelerimizle ve hâlis niyetlerimizle geçelim. Ama iki şartla: ayıya “ dayı “ demeyeceğiz ve darılmayacağız, gücenmeyeceğiz. Biz, Bediuzzaman Said Nursi gibi asrın en bilge adamını yetiştirmiş kişileriz. Biz, 0 ( sıfır ) sayısının mucidi El-Cezeri gibi ilim adamlarını çıkarmış kişileriz.
Biz, Ahmedî Xani gibi edebiyatçılara bu toprakların suyunu içiren kimseleriz. Biz, Abdulkadir Geylanî, Mevlana Xalid, Seyyid Taha gibi Allah dostlarına yurt olmuş topraklarda yaşayan insanlarız. Biz Feqiye Teyran’ların, Melaye Cizire’lerin memleketlileriyiz. Biz Molla Güranî’lerin, Baba Tahir’lerin, ünlü divan şairi Nabî’lerin kültürel mirasçılarıyız. Biz, sevgili peygamberimiz tarafından vali olarak atanmış ilk Kürt Müslüman; Hz. Cabân gibi zatların hüküm sürdüğü topraklardanız.
Biz, yüzyıllar boyunca tüm hükümdarların gözbebeği Mezopotamya coğrafyasında yaşayanlarız. Biz, Orta Asyadan göç eden Müslüman Türk kardeşleriyle Rum ordusunu birlikte yenmiş ve Malazgirt Savaşı’na “ mala-zu-gırt “ “ çabuk tutulan ev “ anlamını verenlerdeniz. Asırlar boyunca Osmanlının hoşgörüsü altında yaşamış ve imparatorluğu yürütenleriz.
Biz, Kurtuluş Savaşı’nda bacısının namusu için ilk mermiyi sıkan Sütçü İmam’larız. Peygamberler, sahabeler, şehitler, şairler ve şahitler yurduyuz. Biz böyle şerefli; vatanını- milletini seven, dinine bağlı bir milletiz. İşte “ kimiz/ neyiz? “ sorusunun cevabını – çok eksiklikler barındırsa da – bulmuş olduk. Şimdi çerçeveyi küçültmek ve kadim toprağımız Hakkâri için birkaç şey söylemek istiyorum.
Unutmayın, başlıkta olduğu gibi; bizim konuşacağımız konu düğün/ler. Bu konuyu konuşurken aynı zamanda “ nasılız? “ sorusunun cevabını bulacağız.
Değerli okur: Arabanın ön tekerlekleri nereye gidiyorsa arka tekerlekleri de oraya gider. Bu gerçek sadece arabalar için geçerli olmalıdır. Eskiden yaşayan dedelerimizin hayat yaşantısı, niye bizim için her şeyden - dinden dahi - daha önemli ve geçerli bir kılavuz oluyor? Başımıza bela edilen bu adetler, niye birer ayet hükmündeler? Niye ayete göre yaşamak varken âdete göre yaşıyoruz? Neden? Nasıl? İlla Govend Dağı efsanesindeki gibi, içimizden bazıları taşa mı çevrilsin işlediğimiz günahlardan dolayı? Govend Dağı efsanesi derken, ilk kez iyi bir şey yapıp bu efsaneyi konu alan ve muazzam bir belgesel hazırlayan Derecik Kaymakamlığı’nı tebrik etmek lazım. Mesele çok başka. Mesele, hesabını veremeyeceğimiz kadar büyük. Bu düğünlerde yaptığımız şatafat, dirildiğimizde şefaat istememize engel olacak. Bu israf, yanı başımızda yatağına aç giren çocuktan af olunmamamıza sebebiyet verecek.
Sırf konu- komşu ne der diye hazırlanan merasimler, iki saatlik düğün için evlenen iki kişinin hayatını – fark etmeden – mahvetmeler, “ el âlem ne der? “ putuna aldanıp milyonlarca harcama yapmalar, bize günü geldiğinde çok pahalıya patlayacaktır. Felaket tellallığı yapmıyorum ama hepimiz eninde sonunda bu işin paydaşları/ ortakları olarak çetin bir hesap vereceğiz. Gelin çerçeveyi biraz daha küçültelim. Biz nasılız? Biz, 65 yaşındaki babasının yapamadığını 25 yaşındaki evleneceği damattan yapmasını bekleyen hatta zorlayan gelin gibiyiz. Biz, evliliğe kadar en iyi ve en nazik şekilde davranan sonra gram sevgi göstermeyen mağara adamları damatlar gibiyiz.
Biz, “ benim kızım en iyisini hak ediyor “ deyip damat tarafını maddi külfetin altında ezen ve sanki kızı Kleopatra’ymış süsü veren gelinin annesi gibiyiz. Biz, “ en güzeli ben olmalıyım “ deyip gelinin kız kardeşi rolünü hakkıyla (!) yerine getirmek için kamyon dolusu makyaj ile ortalıkta dolaşan süs bitkisi gibiyiz. Biz, sırf kızını aldı diye damadına düşman kesilen ve bunun acısını bitmek bilmeyen buyruklarıyla damat tarafına işkence eden asık suratlı, yarım bıyıklı, göbekli babalar gibiyiz. Biz, “ benim aslan oğlum en kral düğünü hak ediyor “ deyip hayatında hiç sadaka vermeyen, belki de Ramazan filtresinin o yıl ki 50 lira artışını büyük üzüntüyle takip etmiş ama kendi şanı (!) için milyonlarca liralık harcama yapmış, kredi çekip faize bulaşmış damadın babası gibiyiz.
Biz, “ kandırdılar benim civan oğlumu “ deyip gelinine bunun acısını yıllarca psikolojik şiddet uygulayarak çıkartan cadı suratlı kaynana gibiyiz. Biz, düğünlerimizde erkekler, kadınları izlemesin diye alanın ortasını brandayla kapatıp kadın kısmını çekmesi ve sosyal medyada yüz binlerce sapığın keşfetine düşürmesi için kameraman gönderip namusunu halay çekerken videoya aldıran evin reisleri (!) gibiyiz. Biz, kameraman ona döndüğünde ne yapacağını şaşıran ilgi meraklısı ergen kızlar gibiyiz.
Biz, bunları görüp duyduğu hâlde hiçbir ses etmeyen Diyanet’in kadrolu ve hakikati söyleyen (!) imamlar gibiyiz. Biz, bütün bu bozulmayı görüp hiçbir şey yapmayan feodal sistemin ağası, aşiretin lideri ve büyüğü gibiyiz.
Biz, yıllar önce bir ilçemizde düğünlerde altın miskalini aza indirme kararı veren ve bu kararı gençler ile paylaşırken “ biz size karıları ucuzlattık, gidin satın alın “ diyen çürük dişli aşiret yaşlısı gibiyiz. Biz, “ bu şartlarda nasıl evlenirim “ diye düşünmekten kafayı sıyırmış, yirmili yaşlarında kırk gösteren çaresiz genç gibiyiz.
Lütfen “ gibiyiz “ diye bitişine aldanmayın. Ben onu “ nasılız? “ sorusuna cevap vermek için kullandım. Tam da bu saydıklarımızı temsil ediyoruz. Biz buyuz! Ey, kendi haricinde Müslüman tanımayanlar! Ey, sadece namazı olan ve bu kırık namazıyla Allah’la cennet pazarlığı yapanlar! Ey, orucu uykuya tutturanlar! Kalkın. Silkelenin. Atın üzerinizdeki pislik dünya çamurunu. Atın bu “ ne derler “ denilen kahrolası putlarınızı. Atın ceplerinizdeki nefreti ve gösterişi. Sarılın; sevgiye, aşka, sadeliğe… Ey analar, babalar, gelinler, damatlar… Ne olur artık kendinize gelin…
Fuat YILMAZ Bir Edebiyatçı