Toplumların ördüğü görünmez duvarlar özgürlüğümüzü kısıtlıyor; tırtılın kelebeğe dönüşümü gibi, değişim ve güzellik algımızı yeniden şekillendiriyor.
Toplumlar bazen kendi elleriyle inşa ettikleri duvarların içinde yaşamayı bir güvenlik alanı sanırlar. Oysa o duvarlar çoğu zaman bir ilerleme değil, aksine bir durağanlığın simgesidir. Kalıplar ilk başlarda belki bir düzen sağlar; doğru ile yanlışı, kabul ile reddi, haklı ile haksızı, olay ile inkârı...
Günümüzdeki çoğu kabuller insanın özünü unutturan birer koza örüyor adeta. Her gün biraz daha özgürlüğümüzü, benliğimizi, sorgulama gücümüzü ve vicdanımızı örten görünmez ipliklerle baş etmekte zorlanıyoruz.
...
Tırtılı hepimiz biliyoruz. İlk haliyle hiç de sevilemeyecek türden bir canlı.
Hiçbir değerinin olmadığı şekliyle; belki de sadece anlamsız bir canlı.
Peki bu tırtıl, rengârenk bir kelebeğe dönüştüğü zaman kaçımızın fikri aynı kalır? Cevap veriyorum: Hiç birimizin.
Güzellik her ne kadar göreceli olsa da bazı noktalarda herkesin ortak akılda buluştuğu kaçınılmazdır. Rengârenk, farklı şekillere bürünmüş bir kelebeğe de kimse 'güzel değil' diyemez herhalde.

İçimizde saklı kalan yeteneklerimizin ne kadarını biliyoruz. Yaşamımız boyunca kaçını kullanabiliyoruz, kaç tanesini keşfetmişiz ve kaçından feragat etmişiz? Kısacası açığa çık(a)mayan onlarcası heba olup gidiyor.
Kendi kalıplarının dışına çıkamayan; içine hapsolmuş nice kapalı toplumlar, özelinde ise insanlar dizayn edilmiş bir yaşam ile bu gezegendeki sınavını tamamlayıp gidiyor.
Şimdi konunun metodolojisine bir bakalım:
Toplumlar da tıpkı tırtıllar gibidir; kabuklarının içinde uzun, sancılı bir dönüşüm süreci yaşarlar. Kimi zaman bu süreç sancılı, karanlık ve umutsuz görünür. Fakat her tırtıl, içsel bir dönüşümün habercisidir; yeter ki kabuğun içinde kalmakla yetinilmesin.
Çok uzağa gitmeyelim şöyle bir genel kültür hafızamızı yoklayalım ki konu tam oturmuş olsun. II. dünya harbinden sonra 1948 yılında ikiye ayrılan Kore'nin; günümüzdeki gelişmişlik düzeyleri arasında dağlar kadar fark var. Kuzeyi, kalıplarından çıkmazken; Güneyi ise nominal olarak dünyanın 11. büyük ve satın alma gücü paritesi 13. büyük ekonomisidir. Güney Kore'nin nüfusu, Kuzey Kore'nin nüfusunun iki katı olmasına karşılık Güney Korelilerin kişi başına geliri Kuzey Korelilerin 45 katıdır. Yani *GSYH 'sı 35 kat büyüktür. Şöyle biraz daha basitleştirelim olayı: Kuzey Kore'de bir vatandaşa bizim para birimiyle bin lira düşerken, Güney Kore'de bu kırk beş bin liradır. Coğrafya kader mi? Sorusu da ikircikli safsatasına birazcık dahil oluyor sanırsam.
Coğrafya insanı sınar; ama kaderi yazmaz. Yürüdüğümüz yol, doğduğumuz yerden daha çok belirleyici oluyor.

Bugün yaşadığımız dünyada bireyler, sistemin dikte ettiği kalıplar arasında sıkışmış durumda. Git gide bir tüketim, gösteriş, şatafat, rekabet toplumu yaratılmaya çalışılıyor. Slogan belli: Üretmeden tüket, bana bağımlı kal.
Öz benlik etrafında örülen kozalar bir bir çatlamamalı ki, öznelliğimiz hayatın her anlamında aktif hale gelsin. Unutmamalıyız ki, kelebek olmak için önce o karanlık kozadan geçmek gerekiyor
Tırtıl, kendi içine dönmeden, kabuğunda çürümeyi göze almadan kelebek olamaz. Toplum da öyle. Dönüşüm, önce içsel bir yüzleşmeyle başlar: “Ben kimim, bu dünyadaki amacım ne, neye inanıyorum, neden susuyorum, ben bu muyum?” sorularını sormadan hiçbir değişim olamaz.
Bu yüzleşme olmadan, değişim yalnızca şekil değişikliğidir. Özde bir dönüşüm asla değil.
Bugünün dünyasında gençlerin sesi çoğu zaman bastırılıyor, farklı düşünenler ötekileştiriliyor, cesurca konuşanlar yalnız bırakılıyor. Oysa bir toplumun kanatları, tam da bu farklılıkların toplamından oluşur. Her birey kendi rengini, kendi sesini, kendi düşüncesini özgürce ifade edebildiğinde toplum rengârenk bir kelebeğe dönüşür.
|
|
|
Bir kalıba hapsedilen insan, kendi gölgesine bile yabancılaşır. |
Belki de artık kabuğumuz çatlamalı.
Belki de yıllardır bize öğretilen korkular, utançlar, kalıplar yerle bir edilmeli. Toplumda kalıplaşmış çitlerle örülmüş o sınırlar talan edilmeli. Yerleşik düzende kurulu her bir ritüelin; ilerlemenin önündeki en büyük engel olduğu unutulmamalı. Kabuğu korumak bizi güvende tutmaz; sadece uçmamızı engeller.
Kelebek olmanın bedeli vardır: Eski benliğini, alışkanlıklarını, korkularını bırakmak.
Ama bir kez kanat çırpmayı başardığında, artık hiçbir kafes seni tutamaz.
Toplum olarak biz de tam bu eşiğe gelmiş durumdayız.
Literatürde üçüncü seçenek yok maalesef
Ya tırtıl olarak kalıp kendi kozamızda boğulacağız.
Ya da cesaret edip kanatlarımızı açacağız.
![]() |
|
Biçilen kalıba sığmak, insanın kendi hakikatine dar gelmesidir. Aydınlık; kabuğun kırıldığı yerden başlar. |
...Ve nihayet bir gün insan, kozasından çıkmaya hazır hâle gelir.
Bu çıkış, bir başkalaşım değil, bir özüne dönüştür. Çünkü koza, insanı değiştirmez; insana değişebilme cesareti verir.
Unutma!
Kalıbın dışına taşan her şey, ''yerleşik düzenin'' gölgesini oyar.
İyiliği sevin. Kalın sağlıcakla.

