Ulusları yarınlara hazırlayan en büyük güç eğitimdir. Eğitim ulusların kaderlerini belirleyen ve onları dünya konjonktüründe üst sıralara taşıyan kuvvettir.
Bugün dünya üzerinde eğitim seviyesi ve eğitim kalitesi yüksek olan ülkeler kalkınma yolunda büyük aşamalar kaydetmiş ve halkının yarın endişeleri kalmadığı gibi keza dünyanın en müreffeh ve huzurlu ülkeleri konumundalar.
Bizim ülke olarak eğitim sıralamamız nedir? Bunu araştırmacılara bırakarak somut olaylar üzerinden eğitim durumumuzun birkaç noktasına değinelim dedik.
Geçen gün başkent Ankara’nın bir lisesinde lise öğrencilerinin 61 yaşındaki fizik öğretmenlerine yaptıklarını tüm ülke halkı olarak büyük bir öfke, kızgınlık ve dehşetle izledik. Dedeleri yaşındaki öğretmenlerini alaya alanı mı sorarsın, tiye alanı mı, fiziksel teması mı istersin taklit yapanı mı ve nihayetinde insan sabrını aşan laubali ve saygısızlıkları mı?
Öğretmen büyük bir sabır ve fedakarlığı göstererek öğrencilerinden şikayetçi olmamış ve öğretmenliğin sabır ve fedakârlık mesleği olduğunu bir kez daha ispat etmiştir. Lakin milli eğitim ve emniyet öğrenciler hakkında soruşturma başlatmıştır.
Ergen çağındaki bu öğrenci çocuklarımızın yaptıkları saygısızlığı hiçbir veli ve eğitimcinin tasvip etmeyeceği aşikardır. Aşırı şımarma ve derslere bu lakayıtsız tavırları hiçbir kabul görmez.
Bundan onlarca yıl öncesinde 60’lı, 70’li ve 80’li yıllarda velilerin öğretmenlere “eti senin, kemiği benim” dedikleri çocuklarını o günkü şartlarda kendilerine öğretmen diyen ancak eğitimi dayak ve sopa olarak gören bazı öğretmenlerin yaptıkları ne kadar yanlış ve zulüm ise bugün aşırı şımartılmış ve en küçük bir sözde bile soluğu okul idaresinde ve milli eğitimde alan velilerin tavırları da o kadar yanlıştır.
O yıllarda dayak ve günümüz deyimiyle fiziksel şiddet her okulda vardı. Özellikle Doğu ve Güneydoğudaki Yatılı okullarda daha bir vardı. 6-7 yaşlarında evlerinden alınan ve eğitim için yatılı okullara verilen çocuklarımızın en büyük sorunu dil üzerineydi. Kürtçeden başka dil bilmeyen ve Türkçeyi okulda tanıyan bu çocukların yedikleri dayak ve fiziksel şiddetin sınırı yok gibiydi.
Bazen keyfi ve bazen de işgüzarlığı ve öğrencinin dili bilmemesi ve yeni öğrenmeye çalışması sonucu veya cevap verememesi (çoğu öğretmenleri tenzih ederim) öğretmen lakaplı bu sadistlerin çocuklarımıza ve bu günahsız yavrulara tabiri caizse eşek sudan gelinceye kadar attıkları dayaklar halen hafızalardadır.
Öğrencinin veya çocuğun bunu babası veya velisine söylemesi durumunda bile bu kez de dayağı onlardan yiyerek “öğretmenin tokat attığı yerde gül biter” sözünü duyarlardı.
Şimdi ise öğretmenin çocuğun dikkatini çekmek ve ona uyarı niteliğinde “gelirsem o kitabı kafana geçiririm” veya “gelirsem seni pencereden atarım” sözünü velilerine söyleyen öğrenci çocuğun velisinin soluğu milli eğitimde alması ve çocuğuma sözlü şiddet uyguluyor şikâyeti o kadar yanlış ve abestir.
Bu arda öğretmenlerimizin büyük çoğunluğunun eğitim psikolojisini ve karşısındaki öğrencinin olumsuz bir hareketinde nasıl davranacağını ve ne tepki vereceğini bilmemesi de en büyük handikaptır.
Üniversitede okurlarken sadece teorik ve kitaplara bağlı kalınmak ve bunu pratiğe dökmemeleri veya bundan mahrum olmaları çok büyük eksiklikleri olduğu kadar atandıktan sonra meslekte kendini geliştirecek ve başarılarını pekiştirecek kitap ve uygulamalardan yoksun olmaları öğrencilerle diyalog ve öğrenciye vereceği eğitimde önemli etkiler bırakmaktadır.
Öğretmen meslektaşlarımın ve genç öğretmenlerimizin özellikle eğitimde ekol olmuş ve eğitimin ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini uygulamaları kadar bunu yazdıkları kitaplarla topluma, velilere ve eğitim camiasına sunan Ziya Selçuk, Halit Ertuğrul, Yılmaz Büyükerşen, Abbas Güçlü, Nurullah Genç, Alişan Kapaklıkaya, Ali Erkan Kavaklı, Vehbi Vakkasoğlu, Abdulkadir Akgündüz ve Hayati İnanç gibi kendilerini buna adayan eğitimci yazarlardan yararlanmalı, bir seminerlerine katılmasalar bile mutlaka kitaplarından birkaç tanesini okumalıdırlar.
Öğrencisiyle hemhal ve her şeyiyle ilgilenen, ailesi ve velisi hakkında bilgisi olan ve eğitim yılı içerisinde bir-iki kez öğrenci velisini ziyaret eden öğretmenlerimiz eğitimin mihenk taşını oluşturacak ve öğrencinin geleceğinin şekillenmesinde model olacaklardır.
Keza velilerimiz de öğrencilerinin en ufak bir şikayetlerinde hemen kendilerini haklı durumda bırakmadan önce bir öz eleştiri ve öğrencisi ve çocuğu ile diyalog ve öğrencisinin artı ve eksileri üzerinde iyice durmalı ve empati yapmalıdırlar. Okul ziyaretlerini aksatmamalı ve eğitimin üç ayağından birinin de kendisi olduğunu göz ardı etmemelidir.
Öğretmen, veli ve hemen hepimizin şikayetçi olduğu telefon ve sanal dünyasından öğrencilerimizi daha az uğraşmaları, hayatlarında bulundurmaları asgari seviyeye indirilmelidir.
Öğretmen arkadaşların üniversiteden mezun ve atanmakla eğitimci olunmayacağı gibi eğitimin bir ömür boyu sürdüğü ve her daim kendilerini yetiştirmeleri ve bitmez tükenmez bir arzu ve hevesle bunu hayat felsefesi yaparak kendi dallarında aranan, adından söz ettirilen ve gelecek kuşakların hayırla yad edecekleri birer eğitimci öğretmen olmalarını diliyor ve bekliyoruz.