Çocukluğumun taziyesinde ev sahibiyim. Sedirler kurulmuş, yer taşacak diye dışarıya sandalyeler atılmış, helal sayılan taziye evi yemeği yenilmek üzere. Dövünen, üzülen, harap olan bir Allah’ın kulu yok çünkü Allah’ın o kulu yok: Ahmet Amca (Şimşek) ya da herkesçe bilinen adıyla Hedo Amca…
Küçüktük. Mâsumduk. Temizdik. O da mâsumdu, temizdi. Biz büyüdük, kirlendik ama o hep mâsum ve temiz kaldı. Bir hayal gibi hatırlıyorum o günleri, o akşamüzeri gelişlerini. Bir ses kopardı ilkin; “Hedo geldi!” Sonra gözümüz onun iki parça eşyasını koyduğu poşetini asmak için askılık niyetine kullandığı bastonuna takılırdı.
Bastonunu kullanılanın aksine hep omzuna atardı. Hiç köşe başına oturmaz, biz çocukların dibinde otururdu. Gülümserdi, konuşurdu. Onunla ilgili en açık şekilde fark ettiğim şey; çok yürümesi ve çok gülümser olmasıydı.
Ağzında kalan birkaç ön dişleri, onun mâsumiyetini pekiştirirdi. Çekinirdik biraz ama yine de sevecen gelirdi. Onun olduğu yere yakın otururduk. Dinlerdik onu. Dinlerdik dediğime bakmayın, pek konuşmazdı. Ama biz mâsumken onun ağzını açmadan da konuştuğunu hissederdik.
Sessizliğini dinlerdik. Sanki “sükûtumuzdan anlamayana derdimizi anlatmayız” diyen âriflerden, âlimlerden farkı yoktu. Biraz kıskanırdık onu. Çocukluk işte. Annemin bana pek vermediği paraları ona verdiğini görünce, en güzel cevizleri ona yedirdiğine şahit olunca biraz içten içe hayıflanır, isyan ederdim kendimce.
Hemen yok olup giderdi o his. Çocuklukta öfke bile bir anlıktı çünkü. Banyosunu yapardı annem, tıpkı bize yapar gibi. Yemek yedirir, üç kaşık şeker atardı çayına ve önüne bırakırdı. Çikolatayı çok sever, evlere uğrayınca ya şeker ya bir poşet dolusu ceviz hediye edilirdi.
Hatırâmda hep cepli gömlekler giydiği kalmış. Gömleğinin sol cebinde para yerine çikolata taşırdı. Eskiler, parayı kalbe yakın olmasın diye gömleğinin sol cebine koymazmış. O bilinçli yapmazdı elbet ama eskilerin o kadim güzelliklerini hep barındırırdı kendinde. Başından çıkarmadığı takkesiyle gözümüze bir başka güzel, bir başka tatlı gelirdi. Sonra ne olduysa oldu.
Biz onu unuttuk. Çünkü büyüdük, büyüdükçe dünyanın çekilmez ve yüzüne tükürülmeden geçilmez gerçeklerine düçâr olduk. Uzun yıllar ortadan kayboldu. Onu göremez olduk. Hoş merak da etmiyorduk ya! Neden edelimdi ki? Para kazanıyor, koltuk peşinde koşuyor, makam derdine düşüyor, instagramda havalı postlar atıyor ve elâlem için yaşıyorduk. Öylece unuttuk onu. Yıllar sonra, yaklaşık 15 sene sonra bir haber duyduk; “Hedo, yoğun bakımda!” Herkes onu hatırladı bir an.
Herkesin Whatsaap durumları onunla doldu. Onu paylaşmaya doyamayan ve rekabet edercesine en dili dualı arkadaşlar, ağabeyler, ablalar, amcalar sıraladı “İnna Lillâhi ve İnnâ İleyhi Raciûn” paylaşımlarını. Söz konusu ayeti göstermeni istesen ne gösterir ne de okur ama en iyi Müslüman onlardır ya, işte o tipleri kastediyorum.
Hedo öldü. Şovunu yapan yaptı. Memleketten uzağım o yüzden görme şansım olmadı ama şunu çok merak ediyorum; acaba varlıklı biri öldüğünde tüm fiyaka ve forslarıyla, sahip olduğu tüm hanzoluk ve zenginliğiyle taziyenin köşe başlarında yer alan Derecik’in zengin ve asaletli(!) adamları, garip bir Allah dostunun taziyesinde nerelerdeydi? Sinop’un Boyabat ilçesinde, durağında 24 senedir sevdiğini bekleyen Âşık Ecevit neyse, Zin’i yıllar sonra görüp canını veren Mem neyse ve kara sevdasından çöllere düşen Mecnun neyse, hiç şüpheniz olmasın Hedo Amca da öyleydi.
Birinde beşerî aşk diğerinde ilahî aşk vardı. Allah, Hedo Amcaya rahmet etsin. Belki yıllar önce oynaştığı, bazen yanından kovduğu bazen saçından okşayıp sevdiği o küçük ve masum çocuklar değiliz ama şu duayı kabul olunması ümidiyle edemeden geçemeyeceğim; Allah. Bizi cennetinde kavuştursun Hedo Amca… Başlıkta “iki günde iki can” demiştik. Gelelim ikinci cana… İkici can, canımız; Bıttım veya diğer adıyla Melengiç (Menengiç) Ağacımız. Derecik’i bilen bilir. Köyler, mahalle olarak anılır. Yıllar önce köy adlandırması kalkmış onun yerini mahalle kavramı almıştı.
İşte ben de o mahalle diye adlandırılan Rize Mahallesindenim. Bizim mahalleye giriş yaparken sizi haşmetiyle ve görkemiyle büyüleyen Bıttım Ağacı karşılardı. Bıttım Ağacı dediğime bakmayın. Bıttımdan çok üzüm yetişirdi ağaçta. Yıllar önce ağacın hemen dibine bir asma kök ekilmişti.
Tadından doyulmaz üzümü herkesçe bilinirdi. Benden çok büyüklerin bile çocukluğunda ana aktör olarak rol oynamış bu ağacın ömrü bir asra yakındı. Hedo Amca ile yaşıttı neredeyse. Çocukluğumuzda dinlenme yerimizdi, soluklandığımız bu asma üzümlü Bıttım Ağacı, çok iyi gölge verirdi. Bazen saldırgan köpeklerden kaçarken sığındığımız sığınak, bazen acıktığımızda tırmandığımız dost, bazen oynaşmak için üstüne çıktığımız oyun aracı veya sırf muhabbet olsun diye “şu ağaca kadar” yürüyelim dediğimiz duraktı. Demem o ki önemi çok büyük, değeri paha biçilemezdi. Ama gelin görün ki yarım metrelik yol genişletmesi için güzelim ağacı katlettiler.
Hiç acımadan. Neymiş? Asfalt dökülecekmiş, efendim orayı biraz daha genişleteceklermiş. Lanet olsun bu yol genişlemesine demekten alıkoyamıyor insan kendini. Asfalt için, yarım metre yol için bir asırlık ağaç, hem de hepinizin/ hepimizin dünyasında yer edinen şu güzelliğe kıyılır mı? Asfaltın girdiği her yer böyle zaten. İbrahim TENEKECİ “ Asfaltın namusu yoktur “ derken haklıymış. Olayı duyduğumda hemen Derecik’in Belediye Başkanı Hasan DİNÇ’e meseleyi sordum.
Belediyenin bu işte hiçbir tesiri olmadığını vurgularken “çalışma yerine iki gün üst üste gittim. Beni saatlerce ikna etmeye çalıştılar ama ben asla bu ağaca dokunulmayacak dememe rağmen benim yokluğumu fırsat bilen mahalleliler, ağacı kesmişler" açıklamasında bulundu.
Ne diyeceksin hak vermekten başka? Hepimizin ve kaç neslin kahramanı olan bu ağaç, özellikle ağaçsızlığın ve kuraklığın olduğu bu sıkıntılı günlerde bir de mahalleli tarafından kesiliyorsa, Allah’a havale etmekten başka ne denilir? Her şey cami yolunu tutmakla olmuyor. Uykuyu oruca tutturmak değildir. İslam. Sol elinizle yemek yemeye özen gösterdiğiniz kadar hak yememeye de özen gösterseydiniz durum buralara gelmezdi. “Özetlersek: asfalt insanoğlunun harama uzanan eli gibidir.” diyen aynı yazar, ne güzel söylemişti. Bu cümlelerim, güzellikten anlamayanlara tabi.
Hedo Amcanın canını alan Azrail, güzelim ağacın canını alan güzellik Azrailleri… İşte en başta bahsettiğim taziye, küçüklüğümüzün ve masumiyetimizin taziyesiydi. Herkes, bu taziyenin helal sayılan taziye evi yemeğini tıka basa yesin.
Yemeğe başlarken gösterişten bir besmele, bitirirken hamd etmeyi unutmuyorsanız ya, Hedo Amcaya ve onun hemen akabininde rahmeti rahmana kavuşan Mesiha Amcamız için birer Fatihâ okumayı da unutmayın.