Hoşçakal 'Minik' Abdullah Demiralp yazdı.

Herkesin miniği herkesin dostu, kardeşi, sırdaşı, güleç yüzü; Böylesi bir dünyada böyle güzel gülen, kendisinden başka kimseye zararı olmadan yaşamasını beceren en son insanlardan biriydi minik yürekli, cesur kardeşim. Yıllardır yazıp dururum intiharları, alışık değiliz küçücük bir yerde böylesi kocaman ölümlere.

Kocaman diyorum çünkü biz böylesi ölümleri hak eden bir toplum değildik. Fakat ne acıdır ki bizlere gülüşleriyle memleket sevdiren insanları bir bir yitirdik. Hep bu son dedik olmasın diye çabaladık memleketini seven her insan elini taşın altına koydu koymaya devam ediyor. Ama bir yerlerde bir şeyleri yanlış yapıyoruz.

Durduramıyoruz bu gencecik ölümleri. Neden diye sormaya korkar olduk, çünkü o kadar içten gülüyordu ki Minik, değil kendi canına, bir karıncanın canını incitecek biri değildi bizim miniğimiz.  Mesela siz hiç gözyaşı dökerken gülen birine rast geldiniz mi? Minik gözyaşlarına bile gülüşleriyle can veren biriydi. Böylesi içten gülebilen hayat dolu, insanları, insanlığı seven biri yaşamın neresinde hata yapmış olabilir ki? Küçücük bedeni bir kuşun kanatları kadar özgürdü.

Yere göğe sığdıramadığımızı ufacık bir tabuta sığdırdık. Böylesi bir felaketi böylesi trajik bir ölümü ne minik hak etti ne de miniğin sevenleri. Şimdi bir sebep bulun yaşamak için, sevilesi insanları bir bir kaybetmenin hüznünü yaşamaksa eğer sebep, talan olmuş bir şehrin semalarında yakılan binlerce ağıda türkü olalım şimdi. Oysa hayallerini umuda yükleyip kocaman resimler çizecektik gökyüzüne…
Bunca acıya ve kedere mecali kalmamış bir kentin hayat damarları nasıl dayanır bilemiyorum. Oysa beraber yeşile boyayacaktık bu şehrin sahipsiz duvarlarını.

Çocuklara çocukluklarını anlatacaktık masal tadında. Sen çizecektin mutluluğun resmini, biz umuda koşacaktık yalın ayakla. Peki ya şimdi; Sensiz ve sessizce kabulleneceğiz yokluğunu, alışacağız belki gidişine ama ya geride bıraktığın gülüşlerine adını koymaya kıyamadığım hazin mevsimine nasıl alışacağız. 
Ömür dediğin nedir ki, yarım kalan bir yol hikâyesi..
Papatyaların koparıldıktan sonra daha güzel koktuklarını biliyor musunuz?
Bazen çılgınlar gibi bağırmak isterdi minik. 
İnsanoğluna söyleyemediklerini gökyüzünü yırtarcısına haykırmak isterdi ama susardı. Belli ki onu en güzel sessizliği anlatırdı. 
Şimdi onu şiire döksem biliyorum ki hiç bir şairin şiire dökemeyeceği kadar masum ve Mahsun biriydi. 
Gözleri bir çok şeyi anlatmak isterdi. 
İşte o zaman hepimizi karanlığına gömerdi.  Sessiz sedasız tek başına ağlardı ama kimse görmezdi. 
Koca bir kalabalığın içinde yapayanlız bir ömür sürdürdü aslında. Anlayamadık onu. Belki de işimize geldiği gibi anladık. Masum bir çocuk gibiydi kötülükten uzak sade bir yaşam hikayesiydi onunkisi.

Yazdıkça yazasım söylendikçe söyleyesim geliyor. Keşkelere sığınıp pişmanlık duymadı hiç bir zaman yaşadıklarından, kimsenin günahını ahını almadı…

En güzel vedayı uğurlamayı sen hak ettin kardeşim ama unutma ki güzel gülen insanlar hiç bir zaman ölmez… Sen ölmedin yorgun düşen bedenine sahip çıkamadık belki ama ruhun ruhumuzda sonsuza dek yaşayacak HOÇAKAL  MİNİK…