Çocuğunuz okul çağına geldi. Onu bir okula kayıt etmek istiyorsunuz. Gittiğiniz okulda hangi öğretmenin başarılı ve öğrencileri daha iyi eğittiğini sorar, soruşturur ve çocuğunuzu bu sınıfa vermeye çalışır ve adı geçen öğretmen tarafından eğitilmesini istersiniz.

Hastanız olur veya siz hasta olursunuz. Gittiğiniz hastanede hastalığınızla ilgili branşta hangi doktorun başarılı olduğunu sorgular ve buna muayene veya ameliyat olmayı göze alırsınız.

Bir davanız olur. Veya size açılmış bir dava vardır. Yine iyi bir avukatı araştırır, bu avukatın aldığı davalardaki başarılarını ve kazandığı mahkemeleri sorar soruşturur sonra kendinize tutarsınız.

Yine çocuğunuzu vereceğiniz kreş veya çocuğunuzu göndereceğiniz etüt veya dershane içinde aynı duyarlılığı gösterir, aynı şartları taşıyan yerlere vermek istemez mutlaka bir “tık” üste olan yerleri tercih edersiniz.

Ev yaptırırsınız veya ev almak istersiniz. En iyi ve sağlam müteahhidi bulmaya çalışır bununla ilgili birçok soruşturmalar yaparsınız

Bu hayatın her alanında böyledir. Gittiğiniz bir manavdan alacağınız sebze ve meyvelerin en iyisini, tazesini ve organik olmasına özen gösterir öyle alırsınız.

Markette, balıkçıda, kasapta, fırında, pastanede, lokantada hâsılı insan yaşamı için elzem olan yerlerde bu titizliği gösterir ve haklı olarak bir olumsuzluğun olmamasına dikkat edersiniz.

Peki, sen ben veya başkası. Bizler bu titizlik ve sorumluluk ile bu özellikleri isterken acaba kendimiz bulunduğumuz görevde nasıl bir iş başarısı, nasıl bir farkındalık, nasıl bir çaba, nasıl bir gayret, nasıl bir fedakârlık, nasıl bir üretkenlik ve nasıl bir ayrıcalık gösteriyoruz?

İğneyi hep başkalarına batırırken, arada bir çuvaldızı kendimize batırıyor muyuz?

Hayatımızda ve bulunduğumuz yerde onlarca devlet memuru, amiri, yöneticisi, siyasisi gelip geçmiştir. Onlar içerisinde adını hatırladığın, farklı bir uygulayışını gördüğün ve iz bırakmış kaç kişiyi sayabilirsin?

Bu Cumhurbaşkanından tutun başbakana, validen tutun kaymakama, müdürden tutun öğretmene, hekimden tutun doktora, avukatından tutun hâkim ve savcısına, milletvekilinden tutun belediye başkanına kadar daha sayamadığımız onlarca meslek erbabını bu kategoriye bırakabiliriz.

Kimler geldi kimler geçti. O görevler hiç kimseye baki kalmadı. Her birisi belirli sürede o görevlerde kalarak, görev sonrasında bırakıp gitmişlerdir.

En basiti bugün Türkiye’de geçmiş Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal farklı anılıyor. Eski Başbakanlardan Adnan Menderes farklı anılıyor. Eski bakanlardan Adnan Kahveci farklı anılıyor. Eski Valilerden Recep Yazıcıoğlu farklı anılıyor Eski yazarlardan Yaşar Kemal farklı anılıyor. Necip Fazıl Kısakürek farklı anılıyor. Nazım Hikmet farklı anılıyor. Bilim insanlarımızdan Aziz Sancar farklı anılıyor. Beyin cerrahlarından Gazi Yaşargil farklı anılıyorsa bunları kendi meslektaşlarından ve bulundukları konumlardan farklı kılan nedir?

Görevlerini lakıyla, üstün ve büyük bir gayret ile görev sorumlulukları değil midir?

O halde görevde olduğumuz süre içerisinde neden işimizi iyi değil en iyi yapabilme durumunda olmadık veya olamıyoruz. Ünlü psikolog Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi “miş” gibi mi iş yapıyor veya “miş” gibi mi yaşıyoruz?

“Miş” gibi iş yapanlardan kaliteli bir işi bekleme ve kaliteli bir hayatı sürdürme imkânları olur mu?

Maalesef bugün toplumumuzun büyük çoğunluğunda bu hâkim.

O halde şikâyet etme, iyiyi arama hakkını kendimizde nerede buluyoruz?

Bu sorumu tüm okurların kendilerine sormalarını isterim.

Doğru ve haksızlık payını vicdanımızda tartalım.

Ne dersiniz?