LİYAKAT...!
Son yıllarda özellikle duyduğumuz kelimelerin başında gelmektedir liyakat sözcüğü. Efendim işler liyakatsiz kişilerin elinde. Liyakatsiz kişiler makamlarda. Tüm bunların sebebi işin liyakatsiz kişilerin elinde oluşunda. Vs. vs.
Belli yerlerde haklılık payını kazanıyorlar. Diyeceksiniz ki cumhuriyet kurulalı beri işleri hep liyakatli kişilere vermişler. Liyakatli kişiler bu ülkeyi yönetmiş. Öyle olsaydı uçağımızı, tankımızı, insansız hava aracımızı, otomobilimiz, silahımızı hasılı sanayi ürün ve ürettiklerimizi şimdiye kadar niye yapmadık, yapamadık. Hani liyakatli kişiler vardı. Hani iş onların elinde idi...!
Bunun ışığında şimdi şu soruya açıklık getirelim.
Nedir liyakat?
Türk dil kurumu sözcüğüne baktığımızda
Verilen görevi başarı ile yapabilme yetisi olarak tanımlanabilir. Göreve kabul edilme ve yükselmelerde “bilgi, görgü ve diplomayı” esas alan anlayıştır.
Peki, bize liyakatten bahsedenler bu anlayışın hangilerine hâkim, bu anlayışın hangilerini yerine getirebilmişlerdir.
Adam liyakat der, çok büyük, metropol bir şehrin belediye başkanı olur. Aldığı diploma haksız ve geçiş yaptığı üniversite sahtedir.
Bilgi desen İngilizce okuduğu halde meramını anlatamaz. Diploma desen sahte ve aşırı kibirden görgü yanına yaklaşamaz.
Ama ağzından liyakat ta liyakat sözcüğü eksik olmaz.
Adamların aldığı diplomaların sahte oldukları yeni yeni ortaya çıkıyor ama görev yaptıkları yerlerde ister üniversite ister kamu ve ister özel sektör olsun ağızlarını her açtıklarında liyakat ta liyakat sözcüğünü dillerinden eksik bırakmazlar.
Adam bir kurumda müdür veya amirdir. Bin bir rica, minnet ve araya siyasileri koyarak atanmıştır. Toplantılarında veya personellerine kurduğu cümlelerin çoğunda liyakat sözcülüğünden dem vurur ve liyakat sözcüğünü sık sık kullanır.
Kendi üzerine almaz. Kendisi için bunu kıyas kabul etmez. Gözündeki merteği görmez. Karşısındakinin göz kılına lafı dokundurur. Liyakat ta liyakat.
Adam hasbelkader milletvekili seçilir. Doğru dürüst üniversiteyi bitirmemiştir. Hayat okulunda da sınıfta kalmıştır. Ballı maaşla tanışmış ve bir kez seçildikten sonra ömür boyu bu ballı maaş üzerinden emekli olur.
Sonra hak ve hukuktan, adaletsizlikten ve liyakatten bahseder. Duyanda kendisinin alının teriyle buralara kadar geldiğini ve aldığı ballı maaşı hakkı olduğunu bilmesini ister.
Gerçekten öyle midir?
Bugün halkın seçtikleriyle oluşan TBMM’deki 600 vekilin hangileri gerçekten liyakat sahibi, hak ve hukuktan ayrılmayanlardan oluşmuştur.
TBMM tarihine baktığımızda bir kez seçilip sonra ömür boyu bu ballı maaşı alanlardan kaç tanesi bunun haksızlık olduğunu söylüyor. Hak, hukuk teraneleri ve liyakat sözcükleri eşliğinde her ay ballı maaşlarını almaya devam ediyorlar.
Ve şu ana kadar merhum milletvekili ve bakanlık yapmış olan Adnan Kahveci ve Hasan Celal Güzel haricinde herkes bu maaşlardan yararlanmış ve yararlanmaktadır. Sadece adı geçen iki güzide ve dürüst insan bunun haksızlık olduğunu, bunu almalarının hakları olmadığını ifade etmişler ve bu ballı maaşları ret etmişlerdir.
Liyakatli olmanın önceliği hak ve hukuktan ayrılmama, aldığı görevi hakkıyla yerine getirebilme ve kul hakkına girmemedir.
Dikkat ettiniz mi bilmem. Hak ve hukuktan en çok bahsedenler en çok hak hukuku çiğneyenlerdir.
Din iman ve kul hakkından en çok bahsedenler en çok kul hakkı yiyenlerdir.
Demokrasi ve özgürlükten en çok bahsedenler en büyük despot ve yasakçıdırlar.
Ve liyakatten en çok bahsedenler liyakatsiz kişiler olarak karşımızda cirit atmaktadırlar